'İkinci açılım'ın başarı şansı -2-

Yeni bir "Kürt açılımı" için yurtiçindeki zemin, temmuz-ekim 2009'daki birinci açılım dönemine kıyasla, b...


Yeni bir "Kürt açılımı" için yurtiçindeki zemin, temmuz-ekim 2009'daki birinci açılım dönemine kıyasla, bilhassa 2010 yazında vuku bulan gelişmeler sayesinde artık daha elverişlidir.
Şu son aylarda, "askeri vesayet" noktalandı.
CHP "statüko muhafızlığı"ndan uzaklaşmaya başladı.
MHP tüm siyasi söylemini açılım karşıtlığına indirgeyince, referandum kampanyasında bu söylem karşılıksız kaldı ve milliyetçi parti bu hatanın bedelini referandumda yenilerek ödedi. Neticede AKP'nin seçmeni üzerinde hissettiği "milliyetçi rekabet" basıncı nispeten ve tabii ki şimdilik kaydı ile azaldı; iktidarın hareket marjı büyüdü.
Kürt sorunu hızla siyasileşirken bunun sonucu, Kürt hareketi üzerinde şiddetten uzaklaşma baskısının artması oldu.
"Birinci açılım" AKP iktidarı tarafından kötü ve beceriksizce yönetildiği için çökmüştü.
Kürt sorununun barışçı bir hal yoluna sokulmasını zorlayan iç dinamikler ise çökmemiş, bilakis aradan geçen süre zarfında güçlenmiştir.
Dış dinamikler de yerli yerinde... "Birinci açılım"da fırsat penceresi, Irak merkezli bir bölgesel denklemin ürünü olarak dışarıdan açılmıştı... O pencere hâlâ açık.
Türkiye'de ise sekiz ay sonra bir genel seçim var. Referandumda elde edilen "yüzde 58 evet" Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a güven vermiş olabilir ama kendisi sekiz ayın Türk siyasetinde aslında çok uzun bir süre olduğunu bilecek kadar da tecrübeli. Bu süre zarfında çok sayıda değişken rol oynayacaktır; en önemlilerinden biri de Kürt sorununun seyridir.
AKP, referandum kampanyası döneminde şiddetin minimuma inmiş olmasının sandıkta kendisine sağladığı faydaları herhalde görmüştür. Dolayısıyla iktidarının devamı için şiddetsiz bir ortamda seçime gidilmesindeki önemin de idrakinde olması gerekir...
Ancak, şiddetsizliğin temini için Kürt hareketi ile bir şekilde müzakere edilmesi de artık kaçınılmaz bir hal almış bulunuyor.
Müzakerenin zeminini ise Kürt hareketinin talepleri oluşturuyor.
"Birinci açılım"da sütten ağzı yanan iktidar şimdi bu talepler karşısında yoğurdu üfleyerek yiyecek, orası kesin.
İktidar, kamuoyu önünde "terör örgütüyle müzakere ettiği" görüntüsünü vermemek için büyük çaba sarf ediyor. Ama bu taleplerin bazılarıyla yüzleşmekten kaçınmanın da imkânı yok...
Mesela "Öcalan muhatap kabul edilsin, çözüm sürecinde önü açılsın" diyorlar... Başbakan Erdoğan ise "Öcalan'ın süreci yönlendirme noktasında şu an bir ağırlığı yok" diyor.
Eylemsizlik Öcalan istedi diye ile uzatılırsa, fiili durum Başbakan'ın söylediğinin tersini gösterecek. Mesela "KCK tutukluları serbest bırakılsın" diyorlar...
Şimdi Kürt kamuoyunun gözü 18 Ekim'de Diyarbakır'daki KCK davasının ilk duruşmasında. Aralarında halkın seçtiği belediye başkanlarının da bulunduğu tutuklu 103 sanıktan kayda değer bir bölümü tahliye edilirse, bu talep "bağımsız yargı" tarafından kısmen karşılanmış olacak.
"Operasyonlar durdurulsun" diyorlar örneğin. Bunun fiilen mümkün olması için önce dağlarda kışkırtıcı miktar ve görünürlükte silahlı PKK'lının dolaşmaması gerekiyor.
"Ana dilde eğitim" ise sorunun bugününden ziyade yarınını ilgilendiren bir müzakere konusu.
Kürt sorununun çözümüne engel oluşturmayan, özgürlükçü ve eşitlikçi yeni bir anayasa sadece Kürtlerin değil, çok daha geniş kesimlerin talebi. Yüzde 10'luk utanç verici seçim barajının düşürülmesi de öyle... Bu konularda müzakere bütün Türkiye ile yapılacak.
Şimdi geliyoruz, konunun en can alıcı noktasına... AKP iktidarının Kürtler kadar Türklerle de müzakere etmesinin gerekliliğine.
İlk açılımın çökmesinde "kutuplaşma" çok olumsuz bir rol oynamıştı. Umarız Başbakan Erdoğan bundan gerekli dersi çıkarmıştır.
Bu iktidardan korkan, icraatına derin bir kuşku ile bakan, kişisel hak ve özgürlüklerinin selameti adına kaygı duyan geniş kesimler var olmaya devam ettikçe ve AKP bu kesimlerin endişelerini yatıştırmak gereğini duymadıkça, bunun haricindeki koşullar ne kadar olumlu olursa olsun, yakın tarihin tekerrürünü, yani yeni bir "açılım felaketi"ni yaşamak kaçınılmazdır.
Bütün Türklere demokrasi güvencesi vermeden Kürtlerle demokrasiyi konuşmak mümkün olmadı, olmayacak.
Kürt sorununu çözüm yoluna sokmak, Türkleri bölen nedenlerin üzerine gitmekten geçiyor.
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile