İşgalden Kurtuluşunun 98. Yılında Bayburt

İşgalden Kurtuluşunun 98. Yılında Bayburt

Bayburt Üniversitesi tarafından “İşgalden Kurtuluşunun 98. Yılında Bayburt” paneli düzenlenendi.

Bayburt Üniversitesi Dede Korkut Külliyesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Prof. Dr. Gökhan Budak Konferans Salonu’nda gerçekleşen panele Bayburt Üniversitesi Rektör Başdanışmanı Prof. Dr. Necmettin Tozlu, Bayburt Üniversitesi Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Aslan Gülcü, Prof. Dr. Abdulkadir Yılmaz, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.

Moderatörlüğünü Bayburt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman Çiğdem’in yaptığı panel şehitlerimize saygı duruşu ile başladı.

İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman Çiğdem, panelin açılışında yaptığı konuşmada Anadolu topraklarının çok pahalı topraklar olduğunu anımsatarak “Tüm coğrafyacılar, tüm tarihçiler insan bilimi ile uğraşan bütün hemen herkes yeryüzünde nadir alanları sayarken Anadolu coğrafyasını en başta sayarlar. Ben alanım gereği itibarıyla yakın doğu coğrafyasının değişik bölgelerini inceleme şansına sahip oldum. İnsanoğlunun yeryüzüne gelip de günümüze kadar istisnasız bir şekilde, sürekli bir şekilde yaşadığı tek toprak parçası Anadolu topraklarıdır. Eski uygarlıklardan Mezopotamya, Mısır, İran’dan bahsederler. Bunların hepsinde kesinti vardır ama Anadolu coğrafyasının alt paleolitik çağdan günümüze kadar insansız hiçbir anı yoktur. Böyle bir muhteşem coğrafya. Haritadan konumunu çok rahatlıkla görebilirsiniz. Bitki örtüsünü, hayvan topluluk türlerini, yer altı zenginliklerini, yer üstü kaynaklarını hepsini görebilirsiniz. Bu nedenle bu topraklar sürekli olarak iskân edilmiş. Dolayısıyla alıcısı çok fazla olan bir alan Anadolu coğrafyası. Yani şöyle bir şey yoktur: ‘İşte biz bu topraklardan çıktık kim yaşar ki?’ diye bir şey yok. Sürekli olarak yaşanabilecek bir coğrafyadır.” dedi.

Anadolu topraklarının değerli olmasından ve stratejik konumundan dolayı üzerinde emelleri olan devletleri tarihi süreç içerisinde anlatan ve Anadolu topraklarında yaşanan tehcire de değinen Çiğdem, konuşmasına şöyle devam etti: “Ermenilerin şu anda senatolarda, meclislerde yaygara kopardıkları ellerindeki belgeler ne biliyor musunuz? Birincisi kilise kayıtları, ikincisi de bu yıllarda yaşamış olan Ermenilerin hatıratları. Biz de Kars, Iğdır, Ardahan, Erzurum, Erzincan, Muş, Bingöl, Bitlis, Gümüşhane, Bayburt, Trabzon ta Adana, İçel’e kadar sistematik bir şekilde katledilmiş bir geçmişin dedelerin, ninelerin çocuklarıyız. Maalesef biz hafızamızı tazelemek, canlı tutmak gibi bir zaafiyet içesine düştük, bunları yazmadık. Hele bir de bunlar Ermeniler tarafından romanlara, hikâyelere, filmlere çevrildi. Bizim halen daha ciddi anlamda muhacirlikle ilgili bir filmimiz yoktur, tiyatro eserimiz yoktur. Halen daha Bayburt’ta yapılan mezalim ile ilgili ciddi bir görsel malzememiz yoktur. Erzurumluyum, köyümde 278 tane insan Ermeni çeteleri tarafından katledilmiş. Dikkat ettim, bu yakın dönemde Karabağ’da yine bir mezalim gerçekleşti. Bir takım ortak ögeler tespit ettik bu mezalimlerde. Bunlardan bir, çok vahşetengiz bir şey. Alaca köyünde benim köyümde çocukların gözleri oyulmuş. Yani diğer facialar insanların canlı canlı katledilmesi, hamile kadınların çocuklarının dışarıya çıkarılması, göğüslerinin kesilmesi, ahırlarda yakılması. Bir de çok enteresandır ki çocukların gözleri oyulmuş. Ermeni çeteleri Karabağ’ı işgal ettikleri zaman aynı şekilde yine Karabağ’daki çocukların gözlerini oymuşlardır. Artık bundan Ermeniler ne anlıyor iseler, neyi tasavvur ediyor iseler vahşetlerinin, insansızlıklarının sınırlarını çocukların gözlerini oyma noktasına kadar götürmüşler. Doğu Anadolu’da Ruslar kendileri tutunamayınca bu işi Ermenilere havale ettiler. Halk arasında yaygın bir şey vardır: ‘Biz Rus’tan bir şey görmedik, bütün mezalimi Ermeni yaptı.’ Ruslar bu bölgeleri işgal ettikleri zaman ilk önce ev ev gezmişler, silah olabilecek her şeyi toplamışlar. İki, gücü yeten eli silah tutan genç nüfusu Rusya’ya sürgüne göndermişler. Üç, buraları terk ederken bütün silahlarını Ermeni çetelerine bırakmışlar. Ermeni çetelerine sadece öldürmek kalmış. Şimdi düşünün ‘bu işin müsebbibi kimdir?’ diye. Karşımıza yine bir Rus vahşeti çıkıyor.”

Panelistlerden Bayburt Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Muhammed Yasin Taşkesenlioğlu, “İşgalin Arifesi: Kop Dağı Savunması (1916)’nı haritalarla desteklediği sunumuyla anlattı. Anadolu coğrafyası üzerinde Rusların sürekli ihtiras beslediklerini dile getiren Taşkesenlioğlu, Rusların Anadolu’yu ele geçirerek Akdeniz’e inmeyi ve Güneybatı Kafkasya hâkimiyetini güçlendirmeyi, Tebriz-Trabzon arası transit bir yol olduğundan burayı Ortadoğu ticareti için her zaman ele geçirmeyi hedeflediklerini ifade etti.

Kop savaşlarının Rusya’yı yıpratan en önemli savaşlardan biri olduğunu söyleyen Taşkesenlioğlu, Kop Dağı Savunması’nın neden 2. Plevne olduğu, Kop Savunması sırasında kullanılan mühimmatları, mevcudiyeti hala görülebilen Kop’taki siperleri sunum eşliğinde katılımcılarla paylaştı. Taşkesenlioğlu’nun Ermeni mezalimi dolayısı ile Bayburt’un son muhacirlerinden hakkın rahmetine kavuşmuş Çayıryolu köyünden Fatma Bayındır (Lorulu Nine) ninenin yaşadıklarını anlattığı videoyu ilk kez bu panelde sunumu büyük bir dikkatle ve heyecanla izlendi.

Bayburt Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şemsettin Çelik ise “Bayburt’un İşgal Dönemi ve Kurtuluşu” nu işgal dönemi, göç ve işgal dönemine ait binaların durumunu görsellerle anlattı. Çelik, işgalin nasıl başladığını anlattıktan sonra Bayburt’taki mahallelerden Orta Anadolu’ya yapılan göç yolu, göçün nasıl gerçekleştiği, göç eden ileri gelen Bayburt aileleri hakkında bilgiler verdi.

Bayburt’taki insanların savaşın son günlerinde mecburiyetten yurtlarını terk edip Çorum, Amasya, Kayseri, Tokat gibi şehirlere göç ettiklerini anlatan Çelik, göç yollarında hazin manzaralar yaşandığını, çok acılar çekildiğini, açlık ve susuzluğun yanı sıra Rum ve Ermeni çetelerinin, silahlı asker kaçaklarının baskınlarına uğramak korkusuyla göç ettiklerini, göç yolunda muhacirlerin insan cesetleri, takatleri tükenmiş insanlar, bir ağacın gölgesine ölümü bekleyenler, çocuğunu taşıyamayıp kundağıyla bir su başına bırakan anneler, babasını, annesini, büyüklerini sırtında taşıyamayacak hale gelmiş eşler gibi manzaralarla karşılaştıklarını ifade etti.

Panel, işgal dönemine ait Bayburt’taki yapılar ve bu yapıların günümüzdeki elim durumunu katılımcılarla paylaşmasıyla sona erdi.
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile