Magazine inanma ama magazinsiz de kalma...

Eskiden öyle bir şarkı vardı: Fala inanmayın ama falsız da kalmayın... Aşağılasak da, küçümsesek de magazinsiz de kalamıyoruz, magazini izlemeden edemiyoruz.


Eskiden öyle bir şarkı vardı: Fala inanmayın ama falsız da kalmayın...
Aşağılasak da, küçümsesek de magazinsiz de kalamıyoruz, magazini izlemeden edemiyoruz.
Milletçe hasletlerimizden biri de bu.
Ben mesela birkaç gündür Mel Gibson’ın başına gelenleri izliyorum.
‘Başına gelenler’ yanlış tamlama oldu,
kendi başına açtığı dertleri yani.
Biliyorsunuz Mel Gibson birkaç yıl önce karısından acayip bir boşanma tazminatı ödeyerek ayrıldı, sonra da Oksana isimli biriyle birlikte olmaya başladı, ondan bir çocuğu da oldu. (Mel Gibson’un toplam dokuz çocuğu var sanıyorum.)
Öfkesine hâkim olamaması, zaman zaman gazetecileri vs. dövmesiyle de meşhur olan Avustralya asıllı oyuncu/yönetmen/yapımcı/yazar (aslında magazin diliyle söylersek ‘komple sanatçı’) iddialara göre geçenlerde Oksana’ya da ‘fiziksel şiddet uygulamış’ veya ‘uygulamanın kenarına gelmiş’ ona ‘silah çekmiş’ veya ‘silah çekmekle tehdit etmiş.’
Şimdi Amerikan medyası her gün bıkmadan usanmadan Mel Gibson’u doğruyor. Konu da şu: Mel Gibson, Oksana’ya kaç parasını kaptıracak, Gibson’ın kaç parası var?
***
Son yılların en yetenekli komedyenlerinden biri olduğunu düşündüğüm Şahan Gökbakar’ın çeşitli kadınlarla ve asıl olarak magazin basınımızla maceralarını da ilgiyle izliyorum.
Bize özgü bir durum: Bizim komedyenlerimiz, ne kadar yetenekli ve başarılı olurlarsa
olsunlar, yine de pek bir terbiyeli, pek bir sosyal kabul görme peşinde insanlar.
Gökbakar da, bende kendi mesleki başarıları ona yetmiyor, üstüne bir de sosyal kabul görmek istiyor izlenimi bırakanlardan. Magazin basınını da küçümsememek lazım, sizin bu zaafınızı fark ettikleri anda üstünüze varmaya başlıyorlar.
Bir başka olağanüstü yetenekli komedyen olan Cem Yılmaz birkaç yıl önce magazin basınının onun zaafının üzerine geldiğini hemen fark edip çok zarifçe aradan sıyrıldı, hatta bir nevi dokunulmazlık bile elde etti. Şahan Gökbakar’dan da benzer bir zekâyı bekliyoruz, bakalım o zaafını nasıl avantaja çevirecek...
***
Yıllardır yaz aylarının değişmez ve en anlamsız magazin geyiklerinden biri de, ‘Bodrum mu Çeşme mi’ sorusu.
Efendim neymiş, iki tatil cennetinden hangisini tercih ediyormuşuz veya etmeliymişiz.
Benim babam, ‘Çorap giymediğin, saat takmadığın, traş olmadığın gün tatildir’ derdi.
Oysa benim gördüğüm hem Bodrum’da, hem Çeşme ve Alaçatı’da insanlar, tatilde değil işteler aslında. Siz bakmayın onların bikini veya mayo giyiyor olduklarına, denize atladıklarına veya jet-ski gibi tuhaf oyuncaklara bindiklerine, onlar aslında ekmek parası için oradalar.
O insanlara ‘tatil’i sormak anlamsız; çünkü onlar tatil yapmıyorlar.
***
Benim gençliğimde Grace Jones diye bir manken vardı, Amerikalıydı yanılmıyorsam. Sonra tuhaf giyim ve makyaj stiliyle şarkıcılığa soyundu, pek başarılı olduğunu da sanmıyorum.
Aradan yıllar geçti, ben de Grace Jones’u unuttum gitti. Zaten kimsenin hatırladığını da sanmıyordum. Ama meğer Türk magazin basını ve İstanbullular unutmamış.
Düşünsenize, aynı günlerde İstanbul’da iki konser var. Birini Frank Sinatra’dan sonra hayatta kalan son yaşayan efsane şarkıcı Tony Bennet veriyor, diğerini Grace Jones.
Ve gazetelerde Grace Jones’un kapladığı yer, Tony Bennet’in üç-beş misli.
Magazinin adaleti işte.

Radikal
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile