Nazlıaka İddiasının Arkasında

Nazlıaka İddiasının Arkasında

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, "Ne bir milletvekilimizin Atatürk’e saygısızlığı ya da düşmanlığı olduğuna dair bir ’iftira’ attım, ne de ’asılsız’ bir bilgi paylaştım" dedi ve disipline sevk edilmesine tepki gösterdi.

Aylin Nazlıaka yaptığı yazılı açıklamada, CHP Parti yönetiminin kendisini en ağır cezayla, parti üyeliğinden kesin çıkarma kararıyla Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk etmiş bulunduğunu vurguladı. Bugüne dek konuyla ilgili birçok spekülasyon yapıldığı için süreci kamuoyuna kısaca özetlemek istediğini vurgulayan Nazlıaka şunları söyledi:

"İki ay kadar önce Meclis’te üç milletvekiliyle özel bir sohbet sırasında, teorik bir tartışmanın örneği olarak bir milletvekili arkadaşımın odasından Atatürk resmini kaldırdığını söyledim. Üç dakika süren bu konuşma esnasında bu kişinin bunu Atatürk düşmanlığıyla yaptığını asla ifade etmedim. İma bile etmedim. Bilakis; konu abartılarak basına taşındıktan sonra, her fırsatta kendisine böyle bir şey atfedilemeyeceğini söyledim. Özel bir sohbet sırasında ifade edilen ve aile içinde kalması gereken bu konuşma, maalesef oradaki bir milletvekilimiz tarafından etik dışı bir biçimde basına taşınmıştır. Üstelik basına öyle bir biçimde yansıtılmıştır ki ’partimizde Atatürk karşıtı bir milletvekili olduğu’ algısı oluşturulmak için kullanılmış ve bu algı her geçen gün büyütülüp derinleştirilmiştir."!

Önce yazılı ve görsel medyada konu çarpıtılarak bu kişinin kendisi olduğu iddia edildiğini ve bu iddianın sosyal medyadan hızla yaygınlaştırıldığını kaydeden Nazlıaka şunları kaydetti:

"Böyle bir konuyla tartışılmayı hakaret saysam da, mecburen kendimi savunmak ve siyasi duruşumla hiçbir biçimde bağdaşmayacak bu saçma iddianın doğru olmadığını kanıtlamak zorunda kaldım. 14 Aralık 2015 tarihinde basına çıkan ilk haberden 5 gün sonra; yani 19 Aralık 2015’de, saat 15:00’de Genel Başkanımızı ziyaret ettim. Çıkan haberleri, benim bu konuda basına yolladığım yanıtları aktardım. Kendisi bana olay doğru mu diye sordu? ’Evet, bir arkadaşımız duvardan Atatürk resmini kaldırmıştı ama basındaki gibi büyütülecek bir şey değil’ dedim. İsim sordu; ben de bu kişinin adını vermek zorunda kaldım. Necati Yılmaz olduğunu söyledim. Resmi benim indirmediğim anlaşılınca linç edilecek milletvekili arayışı devam etti. Oysaki resim indirme olayı doğru, ancak ’partimizde kulağından tutulup dışarıya atılacak olan bir milletvekili olduğu’ algısı yanlıştı. Benim tek başıma bu algıyı değiştirebilmem mümkün değildi."

O ODADA YAŞANANLAR

Necati Yılmaz’ın odasındaki süreci ise Nazlıaka şöyle anlattı:

"Şöyle gelişti. Bugüne kadar odasına iki kez gittim. Birinde il başkanımızın eşini götürdüm ve sonra oradan ayrıldım. İkinci gidişimde ise yalnızdım. Oturdum, biraz sohbet ettik. Odasında sigara içildiği için camı açmak için ayağa kalktım. O sırada duvara baktım. Meclis’teki odalarımızda Atatürk’ün, parti amblemimizin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun resimleri bulunmaktadır. Duvarda bu üç resimden Atatürk resminin olmadığını gördüm. Kendisine o resmi niye kaldırdığını sordum. Dışarı astığını söyledi.

Bunu garipsedim. İçimden dışarı asmak için bir başka Atatürk resmi bulamaz mıydı diye geçirdim. Bunu da ona belli ettim. Bu olay tek başına sorun olacak bir şey değildi. Anlık bir refleks Meclis’te maksadını aşan bir konuşmaya dönüşmüştü. Necati Yılmaz benim aynı çatı altında ve hatta aynı ilde yıllarca beraber siyaset yaptığım ve bazı konularda ideolojik ayrışmalarımız olsa da takdir ettiğim bir arkadaşımdır."

Nazlıaka, tüm bu süreçlerde Genel Merkez’in ve konunun asıl muhatabının sessizliğini koruduğuna dikkat çekerek şöyle devam etti:

"Ben partimden, ’Konu vekillerimiz arasında geçen özel bir konuşmadır. Bir milletvekilimiz kişisel bir tanıklığını arkadaşlarıyla paylaşmıştır. Olayın doğruluğu ya da bir yanlış anlaşılma olup olmadığı partimizin kendi organlarında tartışılacaktır. Burada etik dışı olan nokta, parti içinde netleştirilmeyen bir konunun basın aracılığıyla kamuoyu önünde tartışmaya açılmasıdır ve partimiz bu konuyu da soruşturacaktır. Her koşulda, hiçbir milletvekilimizin Atatürk’e değil düşmanlık, saygısızlık yapma girişimi dahi olamaz’ yönünde bir açıklama beklerdim. Ne yazık ki parti yönetimimiz zamanında böyle bir açıklama yapmamıştır. Yaklaşık iki ay boyunca sessiz kalmış; olayların büyümesini, ben ve birçok milletvekilimizin çeşitli çevrelerce suçlanmasını, partimizi yıpratan yalan yanlış demeçler verilmesini sadece izlemiştir. Basın sürekli bu konuda haber yapıyordu. Bunun Genel Başkanımızı ve partiyi yıpratma amaçlı olduğunu düşünüyordum. Basında sürekli yeni isimler tartıştırılıp yıpratılıyordu. O isimler de çıkıp tek tek o kişi ben değilim diye herkesi ikna etmek zorunda kalıyordu. Ben ’o indirmedi’ desem ’o zaman kim’ diyeceklerdi. Bu süreçte de sessizliğimi korudum ve Genel Merkez’den bir açıklama bekledim. Çünkü bu kriz ancak kurumsal bir çabayla aşılırdı. Genel Başkanı 19 Aralık’ta bilgilendirdiğim için, kendisinden bir yönlendirme gelinceye kadar basına bir demeç vermeyerek yeni bir tartışma hattı açmamaya özen gösterdim.

Gelinen noktada bulunan sözümona tek çıkış yolu da bir komisyon kurarak, kötü yönetilen sürecin hasarını sadece benim üzerime yıkmaya çalışmak olmuştur. Komisyonun raporunda ne olayı basına servis edip, verdiği demeçlerle yanlış algı oluşturup bu algıyı köpürtenlere dönük bir sorgulama vardır; ne de Necati Yılmaz ile bir görüşme yapılmıştır. 29 Ocak 2016’da Sayın Kılıçdaroğlu’nun özel kalemi beni aradı. Ben o akşam Plan Bütçe Komisyonunun Spor Bakanı ile olan görüşmesindeydim. Genel Başkan sizinle görüşmek istiyor dedi.

Ben de “Kendisi niye bunca zaman bekledi, o komisyonu kurmadan önce benimle görüşmeliydi” diyerek Meclis’teki çalışmamı sürdürdüm. Aynı konuşmayı daha sonra beni iki kez arayan Özgür Özel’e de yaptım.

KILIÇDAROĞLU NEDEN 50 GÜN BEKLEDİ?

Asla Necati Yılmaz ile yüzleştirilmek için aranmadım. Parti Meclis’i toplantısından erken çıkmam ise hataydı. Ancak dört saat boyunca hak etmediğim derecede sözlere maruz kaldığım, bazı PM üyelerinin de düşmanca diliyle karşılaştığım o baskı ortamına daha fazla dayanamadım; bazı yerlerde yazıldığı gibi ’ağlayarak’ değil, mikrofonsuz bir konuşma yapıp isyan ederek oradan ayrıldım. Keşke ayrılmasaydım. Konuyla ilgili bine yakın haber çıkmasına rağmen Sayın Kılıçdaroğlu neden 50 gün bekledi? Son dönemdeki demeçlerinde ’Atatürk resmini indiren bir kişi bizim yol arkadaşımız olamaz’ diyor. İlk günden beri bu duyarlılıkta idiyse neden ilk gün Necati Yılmaz’ı çağırıp ’Niçin indirdin’ diye sormadı. Bunu öğrenmek için bir komisyona gerek var mıydı?

Görünen odur ki daha Komisyon kurulduğunda krize benim kurban edilmem kararı verilmişti. MYK’da komisyon raporu tartışılmadan ’üç dakika içinde’ oylanıp PM’ye sevk edilmişti. MYK’nın ’oy birliği’ ile karar alması zaten PM’ye bir mesaj veriyordu. Yine de PM’de beni savunan duyarlı arkadaşlarıma ve bana oy verenlere teşekkür ediyorum.

Bana ’Tedbirli olarak üyelikten çıkarılma’ kararı uygun görülmüş. Gerekçe ise partiyi kamuoyunda tartıştırmam. Oysaki ben son iki aydır, her türlü kişisel saldırıya, yargısız infaza uğrayan, sırf partim yıpranmasın diye basından kaçan, gelen TV programı taleplerini reddedenim. Aile içinde, ilgili kişiler arasında kalması gereken o üç dakikalık konuşmayı çarpıtarak servis edenin, yanlış algıyı basında köpürtenlerin değil benim yargılanmam kesinlikle siyasi bir karardır. Ne bir milletvekilimizin Atatürk’e saygısızlığı ya da düşmanlığı olduğuna dair bir ’iftira’ attım, ne de ’asılsız’ bir bilgi paylaştım. YDK’nın bir an önce, konunun, olayın içindeki diğer kişiler bir yana bırakılıp, sadece şahsıma ve üstelik de ’üyelikten çıkarma’ gibi aşırı orantısız bir ceza talebiyle önüne getirilmesindeki tutarsızlığı değerlendirip; usulüne uygun olarak ve objektif bir karar vermesini umuyorum. Gerektiği takdirde, elbetteki yasal haklarımı arayacağım. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki o süreci de, aynen bugüne dek olduğu gibi, partimin kamuoyu önünde zedelenmeyeceği bir şekilde yönetmeye çalışacağım.

Sonuç olarak; bu vaka, sorunların görmezlikten gelindiğinde yok olacağını ya da işler çığırından çıktığında bir günah keçisi seçip böylece sorunlardan da kurtulunacağını uman bir anlayışın eseridir. Şimdi geriye dönüp baktığımda şunu görüyorum ki; bu krizin basiretli bir biçimde yönetilememesi siyasi rakipler tarafından CHP içi bir cadı avı ve algı operasyonuna dönüştürülmesine neden olmuştur. Kriz yönetimindeki bu zaaf, aynı zamanda partimizdeki bir yarayı daha da görünür kılmıştır. Partimizin kurucu felsefesinden ve Atatürk çizgisinden uzaklaşıp uzaklaşmadığına dair endişeler bu olayla bir kez daha açığa çıkmıştır.

Benim bugüne kadarki tüm beyanlarım ortadadır, siyasal ve etik duruşum açık ve nettir. Hiçbir aşamada, parti içinde kalması gereken hiçbir sorun, hiçbir tartışma tarafımdan parti dışına taşınmamıştır, kişiselleştirilmemiştir. Partili arkadaşlarımla, özel bir sohbette yaptığım art niyet taşımayan bir paylaşımın, aylardır ülkemizdeki onlarca yakıcı sorun bir yana itilip tartıştırılmasını büyük üzüntü ile izledim. Aynı şekilde, konuyu daha en başında parti içine çekip, orada çözme tavrını gösteremediği için, partimin yıpratılma kampanyasına dönüşmüş olması da beni kahretti. Bu süreçte, kişisel olarak tüm kamuoyu önünde ciddi bir yargısız infaza tabi tutulmama rağmen, etik duruşumdan taviz vermedim, partime zarar verebilecek tek bir kelime etmedim."

Nazılaka, her koşulda, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucu felsefesine sahip çıkmaya ve bu doğrultudaki çalışmalarımı sürdürmeye devam edeceğini vurgulayarak, "Ülkemizde bunca büyük sorun varken, bu parti içi konunun artık gündeminden çıkması, yapay gündem yaratma çabalarına alet edilmemesi amacıyla bu konuda başka açıklama yapmayacağımı iletir, kamuoyunun takdirlerine sunarım" ifadesini kullandı.

Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile