Peki Ankara ne yapsın?

Başbakan'a en yakın isimlerdan Yalçın Akdoğan, açılımın "ikinci etabında" BDP ve PKK'nın yapması gerekenl...


Başbakan'a en yakın isimlerdan Yalçın Akdoğan, açılımın "ikinci etabında" BDP ve PKK'nın yapması gerekenleri sıraladı. Peki ya hükümet ne yapmalı? Onu da ben yazdım



Yalçın Akdoğan'ın Kürt meselesi ile ilgili yazılarını hiç ama hiç kaçırmam. "Yalçın Akdoğan da kim?" diyebilirsiniz. Çünkü Başbakan Tayyip Erdoğan'ın en yakın danışmanlarından olmasına karşın bu siyaset bilimci kamuoyunun önüne asla çıkmaz. Röportaj vermez, kameralardan kaçar. "Muhafazakar demokrat" gibi Ak Parti döneminde sıkça kullanılan kavramların mucididir; Erdoğan'ın bir çok konuşma metnini yazar; iç kabinesindedir. Sabahtan akşama kadar gününün neredeyse her dakikasını Erdoğan'la geçirmesine rağmen, dışarıda ağzını bıçak açmaz, ketumdur.
(Ankara temsilciliği yaptığım dört yıl boyunca Erdoğan'ın bir çok yurtdışı gezisine katılmış olmama karşın ancak iki yılın sonunda Akdoğan'ın ağzından bir laf alabilmiştim. O da 'Bilmiyorum' oldu.)
İşte bu yüzden Star gazetesi Pazar ekinde Kürt meselesiyle ilgili yazılarını çok önemsiyorum. Bu makaleler bir anlamda Erdoğan'dan mesaj niteliğinde. Ya da en azından Akdoğan'ın cümleleri, Başbakan'ın o anki halet-i ruhiyesini yansıtıyor.
Dün de Akdoğan, "Demokratik Açılımda İkinci Etap" başlıklı yazısında, eveleyip gevelemeden BDP ve PKK'ya 5'e maddelik "yapılacaklar" listesi vermiş. Özetle Akdoğan BDP'nin daha çok sorumluluk almasını, itidalli konuşmasını, çözüm sürecinde sürekli "PKK'yı muhatap alın" söyleminden vazgeçmesini istiyor. PKK'ya seslenirken ise eylemsizliğin devam etmesini, silahlı unsurların sınırdışına (Irak) çekilmesini, PKK'nın kendi içindeki "derin ve kontrolsüz" güçleri denetim altına almasını ve bölgedeki işadamı ve STK'lara (Güneydoğu'daki Evet'çileri kast ediyor) baskı yapmaktan vazgeçmesini istiyor.
Makul talepler. Ama yok bu bunlar karşısında devletin yapması gerekenler? Yok mu bu sürecin ilerleyebilmesi, PKK'nın uzun vadede dağdan inmesi için bize düşen 5 madde? PKK'nın şu zamana kadar uyguladığı terör ve vahşeti asla meşru görmüyorum. Ama çözüm için sadece "Hele bir gelsinler sonra düşünürüz" yetmiyor. Gerçekçi düşünürseniz, dağda silahlı 5 bin kişiye (ve Türkiye'deki yaklaşık 2,5 milyonluk tabanına) "Bırakın silahları, geçin oturun uslu uslu şuraya, vallaha artık vurmayacağım" demek, silahı bırakıp dağdan inmeleri sonucunu doğurmayacaktır. "Haksızlık!" diye isyan edip, "Ne münasebet devlet pazarlık yapmaz" diyebilirisiniz. Ama maalesef  sonuçta PKK'nın silahı bırakıp dağdan inmesi, safi kültürel hoş-beşle değil, ancak düz ovada siyaset hakkı karşılığında olabilir. Belli ki İmralı'yla diyalog süreci de işte burada zorlanıyor.
Dün Akdoğan'ı arayıp "Peki devletin yapması gereken 5 madde nedir?" diye sorduğumda güldü. "O benim işim değil; başkası yazsın."  
Daha sonra devletin derinlerinde açılım sürecinde rol alan bir başka isimle sohbetimde, BDP ve PKK'ya yönelik hala derin bir kuşku ve kızgınlık olduğunu gördüm. En azından hükümet cephesinde. "İkinci etap" temiz bir sayfayla başladı, ciddi adımlarla ilerliyor. Ancak hükümet, açılımın ilk etapta başarısız olmasından PKK'yı, PKK içinde var olduğuna inandıkları "derin güçleri"  sorumlu tutuyor. Referandumda boykot kararının da aynı ittifakın bir uzantısı olduğunu düşünüyor.
Yine de ben ilk baştaki soruma dönmek istiyorum: "Bu süreçte PKK'nın dağdan inmesi yolunda devletin de atması gereken adımlar yok mu?"
Pazarlık demiyorum. Kısasa kısas demiyorum. Ama dağdan inme sürecini hızlandıracak adımlar...
1- Türkiye'de etnik kökenin, "Kürt" sözünün anayasaya girmesi kabul edilemez, yanlış olur. Bireyin devletler ilişkisi etnik köken değil hak ve özgürlükler üzerinedir. Ancak o zaman Anayasa'nın 66'ıncı maddesinde vatandaşlığı "Türk" etnik kimliğine dayandıran maddenin değişmesi gerekir. Hükümet bu konuda en azından niyet beyanında bulunabilir.
2- Hükümetin yıllardır PKK baskısıyla yaşayan PKK-dışı Kürt kanaat önderlerini, muhafazakarları, STK'ları sahiplenmesi doğrudur. Bu süreç, PKK'yı bölgedeki tek siyasi güç haline getirmemelidir. Ancak PKK-dışı Kürtleri sahiplenme, PKK'nın silah bırakma sürecini hızlandırmaz.
3- Devletin istihbarat ve güvenlik birimlerinin (asker dahil) İmralı'yla diyalog içinde bulunmasında kuşkusuz zekice bir stratejidir. Ancak sorun, tam bir izolasyon içinde yaşayan Öcalan'ın Türk kamuoyunun hassasiyetlerini anlamaması, tartamamasıdır. Peki acaba Öcalan'a televizyon verilse, tartışma programlarını izlese, siyasetin ve kamuoyunun hassasiyetlerini görse, daha akılcı davranmaz mı?
4- CHP Kürt meselesinin çözümünde yapıcı olacağı sinyallerini veriyor. Hükümetin CHP ve Kılıçdaroğlu'nu bu meselede doğal bir partner olarak görmesi gerekir.
5- BDP'nin yanında Ahmet Türk/Aysel Tuğluk'un başı çektiği oluşumla diyalog devam etmelidir. Kürt siyasiler her fırsatta "Muhatap biz değil onlar" diyerek hata yapıyor. Ama mecbur olduklarından öyle konuşuyorlar. Oysa diyalog köprüsü haline gelmeleri, onların da elini güçlendirecektir.

 



 

Enver Aysever 'Yeni CHP' vitrinine yakışır
Artık Kemal Kılıçdaroğlu'nun Önder Sav'la dizdize, kolkola, çiçek koklarken fotoğraflarını görmekten fenalık geldi. Tabi CHP'deki tek sorun Sav değil. Ancak bir şekilde genel sekreter, CHP'de değişim karşısında duran, gençleri mutfağa sokmayana, AK Parti karşısında dinamizm gösteremeyen hantal yapının sembolü haline geldi.
Bugünlerde sağda solda nerede CHP'liye rastlasam beni kenara çekip Önder Sav'dan, partideki statükodan şikayet etmeye başlıyorlar. Ancak pek azı eski İstanbul il başkanı Gürsel Tekin gibi değişim talebini kamuoyu önünde dillendirebiliyor.
İşte bu yüzden CHP parti meclisinin genç yüzü Enver Aysever'in dün Akşam gazetesine verdiği röportajı ilgiyle okudum.
Kılıçdaroğlu'nun kontenjanından parti meclisine giren Aysever, televizyon programcılığı nedeniyle popüler bir isim. Kendine "enternasyonalist solcu" diyor, siyasette yeni olmasına karşın karizmatik.  Aysever'in cesur laflarını okuyunca, kendi kendime sordum: CHP sürekli karşımıza aksaçlılarla çıkacağına neden bu ismi değerlendirmiyor vitrininde? Bakın neler demiş genç CHP'li: 
-  CHP'nin artık "10. Yıl Marşı"yla alabileceği yol yok. Kemal Bey "Yüzüncü yıl marşı"nı bestelemeye talip olmalıdır. 
-  CHP hem AB hem Erdoğan ve BDP ile müzakere eden, elini taşın altına koyan, Batı tipi bir müzakereci kimlik kazanmalıdır. 
-  İsterdim ki Deniz Baykal, "Hepimiz Ermeniyiz" diye grubun önünde, Rakel Dink'in koluna girseydi. 
-  Sezgin Tanrıkulu da, Mehmet Bekaroğlu da yeni CHP'de olmalı. Süleyman Çelebi ve sosyalist solun önemli isimleri Meclis'e taşınmalı. 
-  "Ne Mutlu Türküm" söyleminden bir adım ileriye gitmeliyiz. Andımız yerine Rakel Dink'in "Sevgilim" mektubunu okutmalıyız belki de. Artık çocukları okul bahçesinde toplayıp askeri nizam içinde bütün toplumu kışlaya benzetmek doğru değil.
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile