Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hukuki Araştırmalar Derneği (HUDER) temsilcilerini Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde kabul etti. Kabulde konuşan Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere uluslararası kuruluşların mevcut yapılarına yönelik eleştirilerin özünde küresel sistemde gördüğü adaletsizliklerin yattığını belirten Erdoğan, "Bu kardeşiniz ’Dünya beşten büyüktür’ derken, bu itirazını yükseltirken işte bu adaletsizliğe karşı bir isyanımın ifadesini kullandım aslında. Çünkü dünyadaki 200’e yakın ülkeyi siz kalkıp da 5 ülkeden bir tanesinin iki dudağı arasına mahkum edemezsiniz. Bu Birinci Dünya Savaşı’nın şartları olabilir ama bugün bu şartlar yok, bunlar çok geride kaldı. Her şey güncellenirken bunun da güncellenmesi lazım" dedi.
"BÖYLE ADALET OLUR MU?"
BM’de sistemin güncellenmesine ilişkin alternatif önerilerini en alt düzeyden en üst düzeye kadar kimi gördüyse ilettiğini söyleyen Erdoğan, "Beş daimi üye var, bunun yanında 10 geçici üye var. İcabında bunu 20’ye çıkar, dönerli sistemde 1 yıl, 2 yıl neyse buradaki 20 ülkenin 20’si de daimi üye hüviyetine sahip olsun. Ondan sonra ikinci bir 20 ülke, ikinci bir 20 ülke arka arkaya gelsin. Ama burada bir şeye dikkat edelim, tüm kıtaların bu 20’nin içinde temsilcisi olsun, tüm dinlerin temsilcisi olsun, dolayısıyla hiçbir ülke ’benim burada temsilcim yok’ demesin. Şuanda bu beş daimi üye içerisinde bir tane halkı Müslüman olan ülke yok. Beş daimi üye ülke içerisinde dünyadaki tüm kıtalar temsil edilmiyor. Böyle adalet olur mu? Üç tanesi zaten Avrupa, ortada her şey, bunun yanında Rusya’yı da Avrupa olarak telakki ediyorum, öbür tarafta bakıyorsunuz, Amerika, Çin. Yapı bu. Bunun adil bir şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Ama bunu çok fazla söylersen seninle ilgili de iyi düşünmezler. Tamam da bunu bu fakir söyleyemeyecek, bir başkası söylemeyecek o zaman kim söyleyecek. Birilerinin bunu söylemesi lazım" ifadelerini kullandı.
"ADALETLE ZULÜM BİR ARADA BULUNMAZ"
Kur’an-ı Kerim’in "Yüce Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder" hükmüyle bu konuda nasıl davranılması gerektiği konusunda yol gösterdiğini belirten Erdoğan, şöyle devam etti:
"Atalarımız ’Adaletle zulüm bir arada bulunmaz’ demişlerdir. İşte bunun için 2001 yılında partimizi kurmak için yola çıktığımızda aklımıza gelen, cezaevinden yeni çıkmışım, dedik ki, ’Biz 81 vilayette bir kamuoyu araştırması yapalım, bilimsel olsun.’ Biz 42 bin denek üzerinde -böyle bir kamuoyu araştırması yoktur- bir kamuoyu araştırması yaptık. Orada hem parti adını sorduk, kurucularının arasında kimlerin bulunmasını istersiniz, logo olarak, amblem olarak nasıl bir amblem istersiniz. Buna benzer sorular. İşte orada geldi, soruların bir tanesi de çok önemliydi, bir parti kurmaya ihtiyaç var mı? Oradan aldığımız cevaplarla partimizi kurduk, ’adalet ve kalkınma’ oradan geldi. Bununla kurucuların isimleri hep oralardan geldi, bir havuz oluştu ve o havuzla adım attık. Orada milli irade vardı. En geniş anlamda milli iradenin tecessüs ettiği böyle bir yapı 16 ayda bizi iktidara getirdi. Bizim zaten asıl olan anlayışımız nedir? En geniş manada ’Ve şavşir hum fil emr’dir. İşlerimizde istişare ederiz. Bu istişareyi yaptığınız zaman mahcup olmazsınız, mağlup da olmazsınız. Bunu yaptık, hamdolsun ne mahcup olduk ne de mağlup olduk. Bu süreç içerisinde de alınan neticeler ortada. Hazreti Mevlana adaleti, çok enteresan ’bir nimeti yerine koymak’ olarak ifade ediyor. Zulmü ise ’bir şeyi konmaması gereken yere koymak’ olarak ifade ediyor. Adaletle zulüm arasındaki ince çizgiyi böylece ifade etmiş oluyor. Elbette bir mesajın -ki bu mesaj burada çok önemli- en büyük muhatabı adaleti tesis etmekle yükümlü sizlersiniz. Hukuk insanları, bu çok önemli."
"BİZ EMRİ HAKTAN ALMALIYIZ"
"Vicdanları yerine başka bir takım güçlerin emirlerini ikame eden hukukçular ülkemize ve milletimize çok büyük zararlar vermişlerdir" diyen Erdoğan, "Cumhurbaşkanınız olarak değil bir kardeşiniz olarak söylüyorum, biz emri haktan almalıyız. Haktan başka hiçbir yer değil asla. İradesine ipotek koyduranlardan adalet beklemeyin. Eğer bu irade hakka teslim olursa kula kul olmazsa Allah’ın izniyle orada başarıyı yakalarız. Hakka teslim olan ve kula kul olmayan zaten hiçbir şeyden çekinmez ve atacağı adımı, vereceği kararı, savunacağı davayı da buna göre savunur. Ülkemizin yakın tarihinde adalet konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşadığımız, çalkantılı dönemler geçirdiğimiz bir gerçektir. Kurtuluş Savaşı yıllarında ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde faaliyet gösteren İstiklal Mahkemelerinin kararları halen tartışma konusudur. 27 Mayıs 1960 darbesi demokrasi ile birlikte en büyük darbeyi adalete vurmuştur. Yassı Ada Mahkemeleri milletimizin vicdanında öyle derin yaralar açmıştır ki bugün dahi şehit Abdülhamit, şehit Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarını anarken insanlarımızın gözleri dolmaktadır. 12 Eylül mahkemelerinin ’bir sağdan bir soldan’ diyerek darağaçlarına gönderdiği gençlerin görüntüleri daha dün gibi hafızalarımızdadır. 28 Şubat döneminde adalet kurumunu temsil eden yargı organları temsilcilerinin brifinglerde, gösterilerde verdiği görüntüleri hala esefle hatırlıyoruz. Bunun için biz 2003 yılı başından itibaren ülkemizde adalet teşkilatını diğer güçlerin baskılarından kurtarmak, sistemin hukuk ve vicdan sınırları içinde çalışmasını sağlamak için çok önemli adımlar attık" açıklamasında bulundu.
"TABANI İBADET, ORTASI TİCARET, TAVANI İHANET OLAN BU YAPI"
Yargının bağımsızlığını güçlendirmeye yönelik adımlar atıldığını belirten Erdoğan, bu alanda çok önemli düzenlemelerin hayata geçirildiğini söyledi.
Türkiye’ye yeni bir anayasa kazandırma çabalarının ise maalesef diğer partilerin olumsuz tutumları sebebiyle neticeye ulaştırılamadığını vurgulayan Erdoğan, şunları kaydetti:
"Biz tüm enerji ve zamanımızı adalet sistemimizin yeniden yapılanmasına ayırmışken 17-25 Aralık 2013 tarihinde yargı içindeki bir çetenin -ki bu çete tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ise ihanet olan bir çetedir- emniyet içindeki bir grupla birlikte hükümet ve şahsıma yönelik darbe hazırlığı içinde olduğu gerçeği ile karşılaştık ve aldandık. Niye? Bakıyorsun tabanda ibadet var, ortada ticareti görüyorsun ama tavanda ihaneti doğrusu tespit edememenin orada zaafı içinde olduk. Yargıyı gerçek anlamda adalet üreten bir mekanizma haline getirmek için gerçekleştirdiğimiz reformların bu grup tarafından kendi amaçları doğrultusunda istismar edildiğini gördük. Hakim, savcı unvanı taşıyan bazı insanların kendi ülkelerine, kendi milletlerine ihanet ederek başlattıkları bu girişimi hamd olsun milletimizin ve sizlerin desteğiyle akamete uğrattık. Hukukun ve vicdanlarının değil bağlı oldukları bir yapının ve kendilerine ’imam’ olarak tayin edilen bir takım kişilerin emrine giren bu hakim ve savcılar adalet sistemine gerçekten çok ciddi zarar verdiler. Bunların bir bölümü yargı önünde şuanda hesap veriyor, bazıları yurt dışına kaçtı, kovalıyoruz. ’İnlerine gireceğiz’ demiştik, gireceğiz. Onlar kaçacak, biz kovalayacağız. Bir kısmıyla ilgili soruşturmalar devam ediyor. Ama biliyoruz ki hala yargı içinde bu yapının mensubu olan kişiler var. Bunları biliyoruz, isim isim biliyoruz. Karşımızdaki yapı ne kadar alçak, ne kadar hain olursa olsun biz mücadelemizi hukuk devleti sınırları içinde yürütmek mecburiyetindeyiz. Çünkü bu ülke yol geçen hanı değildir. Yargı içinde paralel devlet yapılanması adı verilen terör örgütüyle ilişkili ne kadar kişi varsa eninde sonunda mutlaka hesap verecek, hak ettiği cezaya çarptırılacaktır. Aynı durum bu yapının emniyet teşkilatımızda, diğer kamu kurumlarımızda, eğitimde, ekonomide, her alanda faaliyet gösteren mensupları için de geçerlidir. Ya bir insan, sen hakimsin, savcısın, hukukçusun, avukatsın. Yahu nasıl oluyor da bu iradeyi kalkıp da hakka ters bir iradeye teslim ediyorsun. Niye kaçtın? Hani sen savcıydın, niye kaçtın. Haklıysan niye burada değilsin, hakkını savun, kaçma. O da ne durumda olduğunu gayet iyi biliyor da onun için kaçtı. Bunların hiçbiri kendilerini bekleyen akıbetten kurtulamayacaktır. Paralel devlet yapılanması adı verilen, ulusal güvenliğimize legal görünüm altında illegal tehdit oluşturulan bu yapıyı er ya da geç çökerteceğiz. Bunun hiç lamı cimi yok."
"HANIMLARIN BÖLÜCÜ ÖRGÜTLE BERABER HAREKET ETTİKLERİNİ GÖRDÜĞÜMDE VİCDANIM KAN AĞLADI"
Türkiye’nin yakın tarihinden, özellikle son 13 yıllık dönemde yaşananlardan gerekli derslerin çıkarılması gerektiğine dikkat çeken Erdoğan, "Vicdanımın sesini dinleyerek siz kardeşlerime sesleniyorum. Güneydoğu’yu dolaşırken şu malum terör örgütüyle beraber bunların müşterek hareket ettiğini gördüğümde gerçekten vicdanım kan ağladı. Hele hele hanımların o bölücü terör örgütüyle beraber hareket ettiklerini gördüğümde vicdanım kan ağladı. Nasıl olur da onlarla birlikte olur ve onlarla birlikte kalkıp orada çok çirkin hareketleri yapar hale gelir ki bunların o taban dediğim zemini, unsurları" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:
"Siyasetçiler, siyasi konumlarda bulunanlar toplum tarafından sürekli denetlendikleri için yaptıkları iyi ve kötü işlerin hesabını kısa sürede millete veriyorlar. TBMM açılalı 95 yıl oldu, buna karşılık 10 gün sonra 1 Kasım’da 26. dönem Meclisinin seçimini yapacağız. Bu yaklaşık 3.5 yılda bir siyasi partilerin ve siyasetçilerin Meclis’teki çalışmalarının ibrası için millete gittikleri anlamına geliyor. Peki, adalet sisteminde görev yapanların ibrası nasıl olacak? Bu soruya bir cevap bulmamız lazım. Hakimlerin, savcıların, avukatların görev alanlarını, anayasa ve yasalar ile bunlara uygun olarak şekillendirilen Mevzuat belirliyor. Bu şekli unsura uygun denetim mekanizmaları da hiç şüphesiz vardır. Ama asıl murakıbeyi, asıl denetimi yapacak olan bu kişilerin vicdanlarıdır. Vicdanını herhangi bir vesayet odağının emrine veren hiç kimsenin adalete hizmet edebilmesi mümkün değildir. 27 Mayıs’ta Yassı Ada, 12 Eylül’de Mamak’ta yargılama yapanlarla 28 Şubat’ta darbecilerin karşısında hazırolda duranlarla 17-25 Aralık’ta gerçek yüzlerini ortaya koyanların hiçbir farkı yoktur. Hatta bu yapı milletimizin kutsal değerlerini istismar etmesi sebebiyle diğerlerinden çok daha sinsi, çok daha tehlikeli, çok daha tahripkardır. Bugüne kadar tüm darbecilerle, tüm vesayet odaklarıyla nasıl mücadele ettiysek bu yapıyla da aynı kararlılıkla mücadele etmeyi sürdürüyoruz. Türkiye’yi her alanda bir kanser hücresi gibi saran bu yapıdan kurtarmakta kararlıyız. Bu mücadeleyi sizlerle beraber verdik, sizlerle beraber neticeye ulaştıracağız. Ama bizim sizden beklentim şu, ne olur birliğinizi bozmayın, beraberliğinizi bozmayın, dayanışma halinde olun. Öyle küçücük meseleleri aramızda ayrılık meselesi haline getirmeyelim. Çünkü bizim davamız büyük, bu davamızı, bu büyük davamızı o ufacık meselelere asla mahkum etmeyelim. 2023 hedeflerimizi, 2053, 2071 vizyonumuzu sizlerle beraber gerçekleştireceğiz. Diğer sıkıntılarımız gibi bu meseleyi de milli iradeye güvenerek demokrasi içinde çözeceğiz. Gücünü milletten almayan hiçbir yapının ülkemizde hakimiyet kurmasına izin vermedik, vermeyeceğiz. Milletimizin değerlerine, inançlarına, tarihine, kültürüne, tercihlerine saygı duymayan herkesle sonuna kadar mücadele edeceğiz."
TERÖRLE MÜCADELE
Terör meselesinin bir kez daha ülkenin ve milletin gündeminde üst sıralara çıktığını ifade eden Erdoğan, "Ülkemizin son yıllarda karşı karşıya kaldığı sorunların hepsi de birbiriyle ilişkilidir. Gezi olayları, 17-25 Aralık darbe girişiminden bağımsız değildir. Bölücü terörün yeniden kan dökmeye, can almaya başlaması da aynı şekilde bu kurgunun dışında değildir. Suriye’nin, Irak’ın, Libya’nın bölünmesi için gösterilen gayretlerle Mısır’da demokrasiyi boğmak için gerçekleştirilen darbe de aynı senaryonun bir parçasıdır. Bugün Suriye halklarının rejime ve terör örgütlerine karşı verdiği mücadele bir istiklal savaşı haline dönüşmüştür. Bugünkü devletini verdiği İstiklal Savaşı sonunda kurmuş bir ülke olarak Suriyeli kardeşlerimizi çok iyi anlıyoruz. Mücadelelerini destekliyoruz, desteklemeye de devam edeceğiz. Olayların başladığı 2011 yılından beri 2,5 milyon Suriyeli ve Iraklı kardeşimizi sınırlarımız içinde misafir ettik. Bunların önemli bir bölümünü misafir etmeye devam ediyoruz. Yaptığımız harcama 8 milyar dolar" dedi.
"BİZİM DERDİMİZ NOBEL MOBEL DEĞİL, BİZİM DERDİMİZ SADECE RABBİMİZİN RIZASINI KAZANMAK"
Halep’e yönelik saldırıların artmasıyla birlikte yeni bir göç dalgasının başladığına dair güçlü emareler olduğunu söyleyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Milletimiz bu sıkıntılı döneminde Suriyeli muhacir kardeşlerine ensar bilinciyle yaklaşarak onlarla ekmeğini bölüşerek, tarihi bir sınav veriyor. Bu sınavdan şuana kadar alnımızın akıyla çıktık. Avrupalı ülkeler sıkıştı. İki hafta önce Brüksel’deydim. Orada gerek Donald Tusk ile gerek Junker ile gerekse Schulz ile hepsiyle hem teke tek, daha sonra da dörtlü bir çalışma yemeği yedik. Bu konuları konuştuk. Hepsi biz Türkiye’ye muhtacız ifadesini kullanır hale geldiler. Çünkü şu kapıları açtığımız anda bu 1,5-2,5 milyon insanın Avrupa’ya gittiğini düşününüz. Bunların ne hale geleceği o zaman ortada. Çünkü bunların kültüründe o bizim kültürümüzdeki ensar bilinci yok. Kalkıyor, ’30-40 bin kişiden fazla alamam’ diyor. Bu ifadeyi kullandığı için birileri Nobel’e aday gösteriyor. Bizde şuanda 2 ,5 milyonu ülkemizde onlara ev sahipliği yapıyoruz. Bizim derdimiz Nobel mobel değil, bizim derdimiz sadece Rabbimizin rızasını kazanmaktır. Aramızdaki fark bu. Elbette mevcut durumun sürdürülemez olduğunu Suriyeli kardeşlerimizin biran önce vatanlarına, yurtlarına, evlerine kavuşmak istediklerini de biliyoruz. Onun için eğit-donat, onun için terörden arındırılmış bölge, onun için özellikle hava sahalarının kontrolü noktasında uçuşa yasak bölge üç başlık bunu hep kendilerine telkin ettik. Eğer bu yapılırsa bu adım atılırsa inanıyorum ki hem Suriye’den göç olmayacaktır, hem de bizde olanlarda kendi topraklarına döneceklerdir. Uluslar arası alanda her türlü girişimi yapıyor, yoğun bir çaba harcıyoruz. Geçen hafta Sayın Obama ile bunları konuştuk. Dün Sayın Putin ile bu konuları görüştük. Esed ile aralarında geçen görüşmelerden bize bilgiler aktardı. Onlar şuanda bizim için henüz tatmin edici ifadeler değil."
"GAR ÖNÜNDEKİ OLAY SALT BİR DAİŞ OLAYI DEĞİL, KOLEKTİF BİR TERÖR EYLEMİ"
15-16 Kasım tarihlerinde Antalya’da G-20 Zirvesi’nin olacağını hatırlatan Erdoğan, "Bu G20 Zirvesi’nde de tabi bu konu ağırlıklı bizim çalışma yemekleri diye ifade ettiğimiz toplantılarda asıl gündemimizi teşkil edecek. Suriye sınırımızın hemen ötesinde yaşanan gelişmelerin karşımıza çıkardığı sorunlar milli güvenliğimizi tehdit eden boyutlar kazandı. Bölücü terör örgütü PKK Suriye’de PYD ismiyle faaliyet göstererek, uluslararası toplumu aldatma ve bu isimle meşruiyet kazanma peşindedir. Gar önündeki olay salt bir DAİŞ olayı değildir. Kolektif bir terör eylemidir. Bu terör eyleminin içinde DAİŞ’te vardır, PKK’da vardır, PYD’de vardır, Suriye’nin El Muhaberat örgütü de vardır. Düşünerek yapılmıştır. Bu 1 Kasım’ı aslında yönlendirme eylemidir. Eylem oluyor, kimdir, nedir, nasıldır daha bu belli olmadan çıkıyor bir tanesi sözde siyasetçi ne diyor, ’bunu Saray yaptı’ diyor. ’Katil devlet’ diyor, nereden biliyorsun, hangi belgeye, hangi bilgiye dayanarak bunu söylüyorsun? Ama bunlar sloganik varlıklardır. Bunlarla hayatlarını idame ettirmeye çalışanlardır. Rejime ve PYD’ye en büyük desteği eylemleri ve dünya kamuoyuna verdiği görüntüyle aslında DAİŞ veriyor" ifadelerini kullandı.
"BİZİM GÖZÜMÜZDE PKK’NIN, PYD’NİN, DAİŞ’İN HİÇBİR FARKI YOK"
"Bizim gözümüzde PKK’nın, PYD’nin, DAİŞ’in hiçbir farkı yoktur" diyen Erdoğan, şunları kaydetti:
"Hepsi de terör örgütüdür. Hepsi de masum insanların kanını döken birer vahşet makinesidir. Amerika, Rusya ve kimi Avrupa ülkelerinin bizim terör örgütü olarak nitelendirdiğimiz bu örgütler karşısındaki tutumundan fevkalade rahatsızız bunu da söylemem gerekiyor. Türkiye olarak ülkemize yönelik saldırılar dışında bölgedeki gelişmeleri mümkün olduğu kadar sabırla, ihtiyatla takip etmeye çalıştık ama mesele kendi güvenliğimiz, kendi bekamız, kendi geleceğimiz olduğunda hiç kimse bizden gelişmelere seyirci kalmamızı beklemesin. Terörle mücadelede her gün şehitler veren, her gün yeni acılar yaşayan bir ülke olarak hassasiyetlerimizi yok sayanlar karşısında, kendimizi savunma hakkımızı kullanmaktan asla çekinmeyiz. Bu çerçevede ülke ve millet olarak varlığımıza kast eden terör örgütünü güçlendirme anlamına gelen her adımı doğrudan kendimize yönelik kabul ediyoruz. Şu gerçeği kimse unutmasın; bu şekilde devam etmesi halinde Suriye’de ülkesini terk etmek zorunda kalan 5 milyon insanın sayısı her geçen artacaktır. Suriye’de güç ve zemin bulan terör örgütleri bugün sadece ülkemizi tehdit ediyor olabilir ama yarın bu örgütlerin eylemlerinin tüm bölgeye, tüm dünyaya yayılacağı açıktır. Bölgemizdeki sorunları derinleştirmeye yönelik her çaba Batı ülkeleri başka olmak üzere tüm dünyanın geleceğini tehdit eden birer mayın gibidir. Bugün olmazsa yarın ama bir gün mutlaka bu mayınlar bölgeyle beraber onları döşeyenlerin de canlarını yakmaya başlayacaktır. Suriye ve Irak’ta körüklenen terör ateşinin Mısır ve Libya’da demokrasiye karşı işlenen cürümlerin bedeli tüm dünya için büyük olacaktır. Biz çok geç olmadan bu konuda samimi, adil ve çözüm odaklı adımlar atılmasını istiyoruz. Bunun için yaptığımız girişimler, gündeme getirdiğimiz teklifler var. Diğer ülkelerinde bu çerçevede söyleyecek sözleri varsa onları da değerlendirip bölgemizdeki yangını biran önce söndürmenin çarelerini aramalıyız. Tarihimizin ve medeniyetimizin bize yüklediği sorumlulukların tamamıyla bilincinde olarak, bölgenin ve kardeşlerimizin geleceği için verdiğimiz mücadeleyi sonuna kadar sürdürmekte kararlıyız."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Huder Temsilcilerini Kabul Etti
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "27 Mayıs’ta Yassı Ada, 12 Eylül’de Mamak’ta yargılama yapanlarla 28 Şubat’ta darbecilerin karşısında hazırolda duranlarla 17-25 Aralık’ta gerçek yüzlerini ortaya koyanların hiçbir farkı yoktur" dedi.