Milli futbolcu Tuncay Şanlı, Hakkı Yalçın'a açıklamalar yaptı.

Milli futbolcu Tuncay Şanlı, Hakkı Yalçın'a açıklamalar yaptı.

Tuncay Şanlı ;"Şehit haberleri aldığımda sabaha kadar ağlıyorum" dedi.

Futbol hayatına İngiltere'nin Stoke City takımında devam eden Tuncay Şanlı, Takvim gazetesi yazarı Hakkı Yalçın'a verdiği röportajda samimi açıklamalarda bulundu.

İşte Hakkı Yalçın'ın kaleminden Tuncay Şanlı ve bilinmeyen yönleri...

Sapanca'da göl kenarında buluştuk. Gölün suları sessizce akıyordu da, kendini biriktirmiş Tuncay Şanlı, neşeyle bakıyordu hayata. Ondaki olgunluk perdesini aralarken, hakkındaki transfer söylentilerine de açıklık getirmek istedim. "Türkiye'de futbol oynamak gibi bir düşüncen var mı?" "Var ama daha erken" dedi, yaşını sordum. 28 olmuş. Yurtdışında biraz daha kalmak istediğini söyledi. Yani 30'undan sonra yurda dönecek.

Yabancıların 30'undan sonra paha biçilmez olduğu bir ülkede, Tuncay'ın dönüş biletini birkaç yıl sonrasına kesmesi, sebepsiz gelmedi bana. Üstelik 40 yaşına kadar futbol oynamaktan bahseden biri için. Türkiye'deki takımlardan transfer teklifleri almış. "Beşiktaş ve Galatasaray'la görüştüm. Düşüncelerime saygı duydular" derken, sanki yüreğinin derininde kor tutmuş bir hali işaret etti bana. "Fenerbahçe aşkını."

Arda Turan'ın, "Allah bana Fenerbahçe forması giydirmeyi nasip etmesin" sözünü hatırlattım ona.
Onun da Galatasaray formasıyla ilgili böyle bir düşüncesi olabilir miydi? "Ölene kadar Fenerbahçeliyim" diye girdi söze. "Ben de taraftar gibiyim. Döndüğümde kapılar açık olduğunda, Fenerbahçe'ye döneceğim. Başka forma giydiğimde keyif alamam."

Milli takıma taşındım. Milli takımda kolundaki kaptanlık bandı el değiştirmişti de, hazırlık maçlarında kulübede oturmuştu. "Yeni sistemde sana karşı bir tavır olabilir mi?" diye sordum. "Zannetmiyorum. Milli takımda Fatih hocanın döneminde de oynamadığım zamanlar oldu. Ama her zaman çalışkanlığımı, saygımı, milli takıma olan sevgimi göstermişimdir."

Hiddink'in milli takıma çok şeyler katacağına inanıyordu. "Peki biz Dünya Kupası finallerine niye katılamadık?" diye sorarken, kalan tortuyu merak ettim belki. Mantıklı bir cevap aldım. "Futbolun içinde her şey var, gidemeyebiliriz. Ayrıca her zaman gittiğimiz bir turnuva değil. Kazanmayı çok isteyen bir takımdık, basit hatalar yaptık ve o yüzden gidemedik."

Hayatına ayna tuttum. "Yaşadığın ülkenin gerçeğiyle, doğduğun ülkenin gerçekleri arasında ne fark var?" diye sordum bu kez. Türkiye'de futbolun aynı kavgaların içinde olduğunu görüyordu. Hiçbir şeyin değişmediğini de. İngiltere daha huzur verici geliyordu ona. "Maçtan çıktığınızda, her şeyin bittiğini ve orada kaldığını biliyorsunuz. Bu huzur bile harika" dedi.

Onda Premier Lig'de oynamanın som altından gururu, Türkiye'de bazen eleştiri alıyordu, büyük hedef, küçük takım diye. "Yoo" dedi, "İngiltere büyük hedef bence. Premier Lig dünyanın en iyi ligi. Bu ligde hangi takım olursa olsun oynarım." "Peki" dedim, "İngiltere'ye gitmekle ne kazandın, ne kaybettin?" "Hayata çok düz bakıyordum" dedi, "Şimdi çevre kontrolü daha fazla oldu." Devam etti. "İngiltere'de eleştiri yok mu, buradan daha fazla var. Ama kimse kimseyi yerden yere vurmuyor." O sırada gölde deniz bisikletiyle pedal çeviriyordu iki delikanlı. Ben de, Tuncay'a karşı duruşun pedalını çevirdim.
Bir örnek verdim. İngiliz Milli Takımı kötü bir sonuç aldığında, medyanın "Aptallar" diye attığı başlığı hatırlattım.

İngiltere'deki futbolcuların, Türk Milli Takımı'ndaki futbolcular gibi medyaya tavır almadığını da.. "Evet" dedi, "Orada böyle bir tavır görmedim." "Galiba" dedim, "İngiltere'deki futbolcular, bizim futbolculardan farklı olduğu için, orası sana huzur veriyor." İngiltere'den baktığı zaman, Türkiye'yi bazen tedirgin edici buluyordu. "Ama hükümetin çalıştığını görüyorum" dedi. "Biraz bekleyelim bakalım neler yapılacak, ama bizde her şeye karşı bir muhalefet var. Bir şeyler yapılmazsa o zaman eleştirelim" diye özellikle not düştü.
İngiltere'deki düzenli hayata karşılık, Türkiye'ye izine geldiğinde, dengesinin bozulduğunu itiraf etti.
Buradaki kuralsızlığı orada terk ediyordu ama oradaki kuralları bu ülkeye taşıyamıyordu. O yüzden Türkiye'ye geldiğinde birkaç gün otomobil kullanmıyordu. İngilizceyi tam anlamıyla öğrenmemiş.
İlk gittiği zaman 2 ay özel ders almış. Kendi ifadesiyle "Anlamamış." Sonradan kendisini sokaklara atmış, sokak İngilizcesine dönmüş, şimdi derdini anlatacak kadar idare ediyor.

O İngilizcesiyle İngiltere'de barmenlik bile yapmış. Bulunduğu kasabada çocuklara yardım amaçlı bir eylemde. Futbolcu ve yaşam kalitesinin zıt olduğu iki ülke arasındaki gezintide ülkemizin gerçeklerine döndüm. "Bizim ülkemizde futbolcuların kullandığı cümleler neden sınırlı?" "Medya, futbolcular ve belirli kesim, hep kısıtlı şeylerde görüş birliğine varıyor. Uç noktada konuştuğunuz zaman, sizi bir anda aşağıya alıyorlar. Mecburen politik konuşuyoruz."

Sorumun cevabını klasik bir cümleyle noktaladı. "Önümüzdeki maça bakıyoruz." Bizim ülkemizde başkanların futbolun baş aktörleri olduğunu kendisi de iyi biliyordu da, "Neden?" diye sordum. "Taraftar gibi davrandıkları için" dedi. "Bazen kazanmayı çok istiyorlar, profesyonel bakamıyorlar." Middlesbrough'dayken kulüp başkanını 3 kez görmüş. "Stoke'a gittiğimde kulüp başkanını tanımadım" diye ilginç bir döküman verdi. Bence iki ülkenin futbolunu belirleyen en önemli etkendi, başkan gerçeği.

Ülkemizdeki başkan ağırlıklı sistemi çok fazla dilime dolamadan, geçen zamanın hesap dökümünü yaptım ve acı bir gerçeği koydum Tuncay Şanlı'nın önüne. "Senden sonra Fenerbahçe'nin yüzü şampiyonluk görmedi. Sende bunun bir açıklaması var mı?"

Bu konuda en az Fenerbahçe taraftarı kadar üzüldüğünü belirtirken, karanlığı güneşe çıkardı. "Son şampiyonlukta, bütün camia şampiyonluğu çok fazla istedi. Aslında kaçan son şampiyonlukta da çok fazla istediler ama olmayınca olmuyor. Ama bunlar da dünyanın sonu değil." Görüşmemizden bir gün önce Fenerbahçe Tesisleri'ndeymiş, 3 yıl sonra çok heyecanlanmış. "Aşçısından, malzemecisine kadar beni çok özlemişler. Ben de onları özledim. Nedense bu sene taraftarlarda da aynı özlemi gördüm. Ve anladım ki, Fenerbahçe formasını çok özlemişim." Sohbetin ara sokaklarına daldığımızda, ülkemizdeki gerçekler üzerine de yorumlar yaptı.

Galatasaraylı Arda'nın Avrupa'da forma giymesinden yana.
Güiza'yı sordum. "Ben her zaman Semih'ten yanayım" diye noktayı koydu. "Ya Güiza takımda kalırsa" dedim. "Kalırsa, belki daha farklı bir Güiza da görebiliriz. Umut her zaman olmalı" diyerek parantez açtı.

Quaresma'ya bakışını merak ettim. İnönü Stadı'nda karşılıklı oynadığı ümit milli maçı hatırlattı. "Quaresma çok yetenekli oyuncu ama son 3 yıla baktığınızda çok fazla maçı yok. Şu anda ona çok fazla ilgi var. Gittiği hiçbir takımda böylesine bir ilgi görmemiştir. Taraftarın gözünde bu kadar üst seviyeye çıkmamıştır. O yüzden Beşiktaş'a çok faydalı olacak" diyerek, garantili bir mesaj iletti. Dünya Kupası finallerinde kaybolan yıldızların sırrını, takım oyununda ararken, "Dünya Kupası'na katılsaydık, ne olurdu" diye sordum. "Kesinlikle oraları daha renkli olurdu" diye cevap verdi. Dünya Kupası maçlarını, çeyrek finalden sonra izlemeye başlamış. "Sonradan keyif verdi" dedi. İzlemekten en çok keyif aldığı futbolculardan biri Mesut Özil'di. Hayat ritmini tutturmuş birinin, geleceğe nasıl tutunduğunu merak ettim.

Yatırımlarını. "Benim için en önemli varlık ailemdir. Kendim ve onlar için birçok yatırımlarım var. Çok boşa para harcamıyorum. Çok lüks bir hayatım da yok" dedi.

En büyük lüksü alışverişmiş. Marka takıntısı yok, üzerine ne yakışırsa onu giyiyor. Genelde ikinci el otomobil satın alıyor. Mesela İngiltere'deki Porche'u 2004 model. Masamıza vuran güneş bizi terk ederken, son bir soruyla uğurladım onu. "Aynada gördüğün Tuncay'la, sahada gördüğün Tuncay arasında ne fark var?" "Tek fark var" dedi. "O da kontrol. Sahada bazen kontrolümü kaybediyorum."

Ömrünü emekle örmüş birinin, İngiltere'de gördükleriyle, Türkiye'de yaşadıkları arasında sıkışıp kalmadığını gördüm. Görmeseydim üzülürdüm. Çünkü Tuncay'ı yıllardır tanıyorum ve onun umutlara bilenen, haksızlığa eğilmeyen yanını, her futbolcuda göremiyorum.

3 yıldır şampiyon olamayan Fenerbahçe için, "Her yıl teknik direktör değiştirenler bir bedel ödüyor" dedim. "Yönetimin de suçu yok" dedi, "Bazen taraftar istiyor, teknik adamların gitmesini. "Yooo" dedim, "Zico'nun gitmesini taraftar istemedi." İddiasının arkasından çıkıp, "Burada bir uyumsuzluk söz konusu" diye cevap verdi, meseleyi kapattık.

Türkiye'deki yalan transfer haberleri konuşurken, "İngiltere'de de yalan çok" dedi. "Orada da görüntü ve belge olmadan da bir çok şeyi yalan yere yazabiliyorlar."

Takım arkadaşlarımın, idmanda bile Türkiye'deki terör olaylarını sorması beni çok rahatsız ediyor. Çok üzülüyorum. Hele televizyonu açtığımda, ailelerin, annelerin, çocukların ağlamasını gördüğümde içim parçalanıyor. Sabahlara kadar ağladığım oluyor. Savaşarak bu meseleyi halledemeyiz. Tek çözüm diyalog.

Yurtdışındaki ikili ilişkileri farklı yorumladı. "Kadın görüp, hoşlandığı zaman iş bitiyor" dedi. "Gecenin sonunda senden hoşlandı, geceyi seninle geçirir ve sabah seni tanımayabilir." "Senden hoşlananlar oldu mu?" diye sordum. "Dönem dönem oldu" dedi. Ama özellikle not düştü. "Sakın ha. Hepsi öyle değil."

Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile