MURAT SABUNCU
Ak Parti'nin 8 yıllık performansı ortada. Tablonun geneline “kötü” demek haksızlık. Ancak her ne kadar dünya büyük bir krizden de geçse “işsizlik ve gelir dağıtımındaki adaletsizlik” en büyük iki sorun olarak hala ortada. CHP kurduğu “ekonomi ekibiyle” hazırladığı programın ipuçlarını ocak ayının ilk günlerinde verecek.
Mart ayından itibaren “daha geniş kapsamlı programlarını” açıklayacaklarını anlatıyorlar. Partinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir süredir partisinin ekonomiyle ilgili kimi hedeflerini anlatıyor. En popüleri “aile sigortası”. Asgari ücretin vergisinin yüzde 1'e indirilmesinden devletin istihdam olanakları yaratmasına mazottaki verginin kaldırılmasına bir dizi kararı iktidarlarıyla birlikte uygulamaya geçireceklerini söylüyor.
Burada Kılıçdaroğlu'nun tam olarak açıklamadığı ya da “seçime doğru açıklamayı planladığı konu” kaynak. Yani bu icraatları yaparken kaynağı nereden bulacağını henüz söylemiş değil.
Babacan '10 bütçe' yaptı
Önceki akşam gazetelerin ekonomi servisi temsilcileri Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile buluştu. Kısa bir süre yürüttüğü Dışişleri Bakanlığı görevini saymazsak Babacan iktidarın sürekli ekonomi yöneticisi kaldı. Kendi anlatımıyla “10 bütçe” yaptı. Babacan'a 2011 yılı beklentileri kadar CHP'nin ekonomi hedefleri soruldu. Babacan bu noktada ilginç tezler ileri sürdü:
Kemal Kılıçdaroğlu'nun ekonomide vaat ettikleri kaynağı gösterilmemiş harcama kalemleri. Gideri söylerken somut kaynağınızı da söylemelisiniz. Açıkladıkları projeleri daha fazla borçlanma, daha fazla bütçe açığıyla finanse etmek düşünülüyorsa. Ya da özerk bir kurum olan Merkez Bankası'nın bu gücünü kırıp para basma gibi bir hedef varsa. Bunlar dengeleri alt üst eder. Açıkladıkları projeler bütçe açığını yüzde 15 ile 20 artırır. Bir de açıkladıkları projeler bir seferlik gider kalemleri değil. Bunlar için her bütçe yılı yeniden gelir tanımlaması yapmak gerekir. Bütçe açığını finanse etmek için faizler yükselir, enflasyon artar. Ancak piyasalar CHP'nin iktidar olma ihtimalini fazla yüksek görmüyor. Böyle olsa iktidar şansı görülse faizler bugünden birkaç puan birden zıplardı.”
Babacan burada tahmini bir faiz oranı da söyledi ama yazmamamızı rica ettiği için oranı belirtmeyeceğim.
'Merkez Bankası Başkanı artık tek başına karar almıyor'
2011 yılının ekonomideki en önemli gündem maddelerinin başında Merkez Bankası'nın yeni başkanının seçimi geliyor. Durmuş Yılmaz “Yeni başkanın ataması benim sürem bitmeden bir ay önce olsun ki beraber bir süre götürelim” dese de Babacan bunu mümkün görmüyor. Son atamada dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile sıkıntılı süreç yaşamış olan Babacan bu atama dönemi için “Sayın cumhurbaşkanı ile bir sorun yaşanacağını tahmin etmiyorum” diyor. Bir de Merkez Bankası başkanının bir dönem “kararları kendi başına alıyorken” son dönemde bunun oy birliği ile yapıldığını belirtiyor. Bu durumu da şöyle izah ediyor:
7 kişi var, 7 kişinin oyu eşit
Para politikası kararlarında başkanın şahsi inisiyatifi önemli ölçüde azalmış durumda. Göreve başladığımızda en az bir yıl para politikası kararlarını başkan kendisi verirdi. Yetkiler başkana devredilmişti. Başkan yardımcılarının çoğu, Para Piyasası Kurulu üyeleri bunlar, kararları sabahleyin televizyondan duyardı. Tek adam yapısı vardı. Biz bunu enflasyon hedeflemesine geçme aşamasında Kurul'u harekete geçirdik. Para politikası kurulu üyeleri ile başkanının oyu birdir. Kurulda 7 kişi vardır, 7 kişi eşittir. Merkez Bankası kararları kurumsal kararlardır. Piyasa izleniyor. Kararlar kurul kararı olarak çıkıyor. Bu çok önemli. Merkez Bankası kurumsal politikası başkanın değişmesiyle fazla değişmeyecektir. Başkan değişse de, değişmese de. Tabii ki önemlidir merkez Bankası başkanı.
Yeni kurduğumuz karar yapısında bir oyu vardı. Ekibimiz de çok çok iyi. Arkadaşları tek tek seçerek kurduğumuz bir ekip. Çok doğru işler yaptılar. Çok doğru kararlar aldılar. MB'nın kredibilitesi çok önemli. İçeride farklı
şeyler dillendiriliyor. Tüm dünyada MB'nın kredibilitesi var. Bunu daha da korumak ve güçlendirmek gerekiyor.
Kamu bankalarına 'pazar payı' talimatı
Ali Babacan geçtiğimiz günlerde bankacılarla yaptığı toplantıda konuşulanları da şöyle özetledi:
Cari açıkla kredi hacmi arasında çok açık bir ilişki var. Kredi hacmi ne kadar genişlerse bunun hemen cari açığa yansıması oluyor. Biz 2011'de kredi hacminde yüzde 20-25'lik bir artışın cari dengenin orta vadeli program çerçevesinde tutturulması açısından olması gerektiğini hesapladık. Bugün 500 milyarı geçmiş kredi hacmi var. Yüzde 20-25 bunun üzerine zaten. Faizlerin düşmesiyle ki bugün itibariyle Hazine faizleri yüzde 7.1 ile tarihin en düşük seviyesinde bankalarımız artan iş hacmiyle bunu karşılayabilecek. 2011'deki karlılık tabi önemli ama kendilerinden 2012-2013'ü de düşünmelerini istedim. Kamu bankalarına gelince. 2003 yılında yeni yönetimleri kurarken arkadaşlarımıza şunu söyledik. Kamu bankası olmanın doğal bir rekabet üstünlüğü var. Bunu kesinlikle kullanmayın. Piyasayı bozucu rol oynamayın.
Özel bankaları kenara itip kamu bankalarının önde olacağı sistemi istemediğimizi söyledik. Özel bankalarımızın ön planda olduğu bir sistemi istiyoruz. Kamu bankalarına dedik ki pazar payınızı ne artırın ne azaltın. Bu arada kamu bankalarından temettü olarak Hazine'ye Ziraat Bankası'ndan 2003-2009 döneminde 10 milyar dolar geldi. Halk Bankası'ndan 3.4 milyar TL.
Bir de bankacılar bize kamu bankalarının kredi hacimlerinin yükseldiğini söylediler. Bu durumu da izah ettik. Eskiden kamu bankalarının bilançosunda, aktifinde yüklü miktarda Hazine kağıdı vardı. Bu kağıtlar onlardan çıktıkça yerine kredi kullandırmaya başladılar.
'Genç işsizlikte Avrupa ortalamasına yakınız'
İşsizlik en büyük sorun. Hele “genç” olanı. Babacan rakamlarla konuşuyor: 20077de AB'nin 27 ülkesinin ortalama genç işsizlik oranı (15 ile 24 yaş arası) yüzde 15.4'tü. Bu rakam 2010 üçüncü çeyrekte yüzde 20.4'e geldi. ABD'de 2007'de yüzde 10.5 iken 2010'da yüzde 18.2 oldu. Avrupa'dan ülke bazında örnek de vereyim. İspanya 2007'de yüzde 18.2, 2010 yüzde 40.7, İrlanda 8.9, 2010 yüzde 29.5. Türkiye'de 2007'de yüzde 17.2 2010 üçüncü çeyrek yüzde 21.1.
Tabi ki bizim için de yüksek bir oran bu. Daha iyi bir noktaya gitmesini arzu ediyoruz. İşsizlik sorunu özel sektörün geleceğe güvenip daha çok eleman istihdamıyla çözülecek. Bir de iş piyasasına esnek bir yapı kazandırmak da önemli.
'Çekleri takastan takip ediyoruz'
Babacan ekonomi yönetiminin verileri yakından takip ettiğini anlatıyor. Mesela her gece çekleri takastan takip ediyorlar. Dönen çekler krizde yüzde 10'lara kadar çıkmıştı. Türkiye'de yüzde 4 -5 dönme oranları yüzde 3'e gerilemiş. Babacan 2001 krizinde çıkartılan özel tertip borçlanma kağıtlarının tamamının borçlarının da bittiğini anlatıyor.
“Baykal 'Yetki alanıma girdiniz' dedi, titreyen ülkeye tankerleri sokmadı”
Elimde bir kitap var. Adı “Mavi devin 40 yıllık öyküsü”. Mavi dev yani bugün 50 yaşına basan İpragaz. Anlatan ise bu şirketin kuruluşunda çalışan isim Yücel Kurttepeli. Kitap 104 sayfa. Aslında 200 sayfa olacakmış ama Kurttepeli'nin avukatları “aman demişler”... Hepsini yazarsanız ve şahit bulamazsak bir sürü dava açılır bize. O da kitabı kısaltmış.
Kısa hali bile “Türkiye'nin ilginç enerji tarihini” gözler önüne seriyor. Önceki gün Kurttepeli ile buluştuğumuzda “kitaptan fazlasını” dinledik.
Önce hayatımıza “tüp”ün ilk girdiği yıllar. 1960 yılına kadar Türkiye'de yemekler çoğunlukla odun ya da kömür ateşinde ya da çalı çırpı ile pişirilirdi. Hali vakti biraz yerinde olanlar gaz yağı kullanırdı ancak o da yemeğin içine sinen ağır bir koku bırakırdı. Sonra Beyrut ve eski Yugoslavya'dan gelen LPG tüpleri mutfaklarda yavaş yavaş yerini almaya başladı.
'Bacadaki gaza talibiz'
Bu işin tutacağını gören Yücel Kurttepeli ve ortakları ilk adı Eureka Metal olan İpragaz'ı kurdular. Tüpraş'a gidip “Sizin havaya savurduğunuz kullanımı olmadığı için bacada yaktığınız gaza talibiz” dediler. Böylece Türkiye'nin ilk LPG tüpünü dolduran İpragaz'ın öyküsü de başlamış oldu.
Öykünün başkahramanı Yücel Bey'in meslek hayatının çoğu Ankara'da geçiyor. Hep siyasetçilerle işi. Sektörü anlatmak sorunları halletmek. O kadar çok gidip geliyor ki işini devrettiğinden beri yani 7 yıldır başkente gitmiyor.
Kurttepeli'nin anılarından kendi ağzından birkaç not:
Türk insanı tüpe önce çok ihtiyatlı yaklaştı. Kimse almaya cesaret edemedi. Köy muhtarlarına ocak ve tüp verdik. Yavaş yavaş insanlar bu tüpün hayatını kolaylaştıran çok önemli bir ürün olduğunu anladılar.
1 Nisan 1962'de İpragaz tesislerinin resmi açılışını yapıyoruz. 3 bakan açılışa geldi. Aralarında dönemin Enerji Bakanı Fethi Çelikbaş da var. Kendisine bir tüpün 4 kişilik ailenin 1 aylık yemeğini pişirebileceğini söyledik inanmadı. 3 korumasını dikti, tüpün nasıl yemek pişirdiğini gözlemletti. Ancak o zaman ikna oldu.
Millileşme meselesi
Ferit Melen dönemi. Kulağımıza şirketlerin millileştirileceğine dair söylentiler geliyor. Aslı astarı var mı diye Ankara'ya gittik. Ziyaret ettiğimiz bakanların hiçbiri böyle bir girişim olduğunu kabul etmiyor. Ferit Melen'e çıktık. Kendisi bize 'Böyle saçma şey olur mu, nereden çıkarıyorsunuz bunları' diye çıkıştı. Özel kalemini çağırdı emin olmak için. Meğer hakikaten böyle bir tasarı var. Kabinenin tüm bakanları imzalamış, bir tek Başbakan'ın imzasına kalmış. Sonra iptal ettirdik kurtardık durumu.
Birkaç anı da yakın geçmişten. Aslında beni en çok çarpanları. Biri Deniz Baykal biri Süleyman Demirel ile ilgili.
Önce Baykal: Deniz Baykal Bey Enerji Bakanı. 1979'da randevu aldık, odasına gidiyoruz. Dernek olarak bizi ayakta karşılıyor. Biz de “hayırdır inşallah” diyoruz. Deniz Bey “Dernekler, menfaat şirketleri gibidir. Siz. kendi menfaatleriniz için birleşmişinizdir. Onun için ben, dernekle konuşmam. Buyurun gidebilirsiniz simdi” dedi.
Biz de dedik ki “efendim istiyorsanız, şirketler olarak izah edelim”. “Yok yok... Hiç konuşmam” dedi ve biz çıktık.
Karışık dönemler
Buna benzer bir başka olay, şöyle cereyan etti: İstanbul'da ve Anadolu'da benzin ve tüpgaz sıkıntısı var. Hani Ecevit'in, “5 sente muhtaç olduk” dediği yıllarda. O zaman Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin, İstanbul'a geldi. Bütün petrol şirketlerini topladı, LPG sektörünü temsilen derneğin başkanı olarak da gittim. Dediler ki “Size çok iyi bir haberimiz var. İki tane tanker geliyor, yavaş yavaş Çanakkale'ye yanaşıyor. Bunlar yarın Çanakkale'den geçecek ve o gün akşam da bu gazı ve petrol yakıtlarını boşaltacak. Siz de, bunları bir an evvel tüketiciye intikal ettirmek için tedbir alın. Bizim toplantıyı yapmamızın sebebi bu”... Hemen bir sürü alternatifler üretildi, müşteriye iletilmesi için. Hatta valilikten polis istendi. Çünkü bir bayiiye gaz vermeye başladın mı arbede çıkar diye. Bütün bunlardan sonra tesislere de dedik ki “Gece çalışıyorsunuz”. Ertesi gün baktık, tankerlerden ses seda yok. Bizim Çanakkale bayiini arıyoruz, “Hiç tanker geçti mi?” diyoruz. “Yok efendim önce duruyorlardı. Ama gittiler”... “Nasıl giderler” diyerek Hikmet Çetin Bey'i arıyoruz. Özel kalemi diyor ki “Bakan bey bu konuda size bilahare bilgi verecek”. Ama biz burada tıkırdıyoruz, herkes heyecanla bekliyor. Akşamüzeri Hikmet Çetin Bey'e nihayet ulaştık. Dedi ki; “Çok özür dilerim. Biliyorsunuz ithalat yetkisi Enerji Bakanı'nın elindedir. Böyle bir teşebbüse kendisinin ön izni olmadan girdiğimiz için, şimdi ithalat iznini imzalamıyor. Tankerler geri gidecek”... Olan halka oluyor. Söylemeye çalıştığım, maalesef şirketlerin gelişimlerinin önünde o kadar manialar ve terslikler çıkıyordu ki, bunları yenmek için ya mecbur oluyordunuz politikacı peşinde koşmaya veya çok uzun mücadeleler veriyordunuz. Yani iki sınıfa dahil oluyordunuz, yalaka veya mücadeleci... İkisinden biri...
Gaz satışından çiftçi parası
Ve Demirel. Sene 1991. Süleyman Demirel seçimi kazanıyor. Seçimden önce çiftçilere birikmiş alacaklarını iktidara gelir gelmez. 2 ay içinde ödeme sözü vermiş. Vermiş de Hazine'de kaynak yok. Tam o dönemde Fransız Primagaz, İpragaz'daki yüzde 49'luk TPAO hissesine talip. Ancak Fransızlar tedirgin. Çünkü özelleştirmede sıkıntılar oluyor, bazı sözler veriliyor tutulmuyor.
Satışın Demirel için ise ayrı bir önemi var. Fransızlar'dan gelecek para ile çiftçiye vaadettiği ödemeyi yapacak. Satış sürecinin bir an önce bitmesini bekliyor. Fransızlar nazlanınca dönemin Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanı Fransızlar'ın yanında Başbakan Demirel'i arıyor. Demirel telefonun sesinin açılmasını istiyor ve Fransızlar'ın da duyabileceği şekilde Hükümet olarak bu satışta tüm garantileri verdiklerini belirtiyor. Fransızlar ikna oluyor ve 89 milyon dolarlık ödemeyi yapıyor.
O ödeme ile de Hazine biraz rahatlayıp çiftçilerin parasını ödeyebiliyor, Demirel sözünü tutmuş oluyor.
Kaynak: Milliyet
Piyasalar CHP'nin 'iktidar olma' ihtimaline inansaydı faiz z
2011'in ilk altı ayı Türkiye seçimi konuşacak. Her zaman olduğu gibi “ekonomi ile ilgili vaatler” bu seçimlerde de en çok izlenen söylemlerin başında gelecek